Mehmet Rauf’un dilinden Eylül..

0
1822

Haydi bizde şu meşhur Eylül paylaşımlarına uyalım madem azıcık.. 🙂

Eylül!.. Henüz renk ve güzel kokular bitmemiş, fakat

baharın bol renkleri, hissedilmez şekilde kaybolmuştu. Bu kayboluşta geri gelmek ister gibi bir eda vardı ama, bu boş, acı, hırçın bir edaydı ve buna karşın baharın rengi soluverdi. Artık uyanmış, doğanın ruhunu görüyordu; yaprakların nasıl sararmış, birçoğunun düşüp çamurlarda çürümüş olduğunu görüyor ve şimdi, hava ne kadar güzel olsa, ne kadar geçici, bu renk ve güzel kokuların ne kadar vefasız, ne kadar ele avuca sığmaz, eldeyken değeri bilinmemiş, öylece harcanmış bir hazine olduğunu acı acı görüyordu. İşte artık ne bir çiçek kalmıştı, ne de güzel bir koku… Artık dayanma gücü de kalmamıştı, hepsi çürümüştü. Önceleri yağmur yağsa umursamazlardı, yağmurdan sonra yeni bir hayat, yeni bir tazelik gelirdi; şimdiyse. İşte yağmur, işte kış, her şeyi çürütüyordu. Her

şeyi. Evet, her şey çürüyor, her şey. İnsanlar çürümeyecekler mi? Eylülde, sanki bahara özlem çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışın, kendisini yok etmek isteyen kalmamıştır. Doğa da bunu anlamış gibi, acı bir şeyin, her umudun bittiğini, buna dayanmak gerektiğini anlamaktan doğan bir güçsüzlükle ağlar. Ne renk, ne de

sonbahara karşın devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun için muhtaç olduğu şeylerden yoksundur ve kendisinde de dayanma gücü

düşünceyle üstüne çöken issızlığın, yasın altında ezilerek durur. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne kadar dayanabilirse dayansın kışın üstün geleceğini, artık her

güzel koku… İşte yapraklar ölüyor. Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı; her şey çürüyor, oh!.. Her şey çürüyor..

O zaman eylül kendisine, doğada ilk yılgınlık ayı, ölümlülüğü ilk duyma ayı, ilk yararsız ve acı mücadele arzusu gibi, hayatın ne olduğunu anlayıp farkına varılmadan geçen güzel geçmişin özlemiyle ilk boynu bükülen ay gibi göründü.

Ayaklarının altında çamurlanmış çürük yapraklara bakarak, ‘Evet, her şey çürüyor, demek biz de çürüyeceğiz, diye düşündü.

Eylül romanından / Mehmet Rauf