
Hezeyanlı bir duyguydu adı “sıkıntı” idi. Tüm vücudu kaplayan duyguların en bilineniydi. Çoğu zaman nasıl doğduğu bilinmezdi. Onu tarif ederken bıkkınlık ve keyifsizlik kelimeleri en çok kullandıklarımızdı. Boşluktan da hâsıl olurdu. Sinir gerilmesinden de..
Gelişi hissedilirdi. Ama gidişini kimse duymazdı. Canının sıkıntısının geçtiği an’a denk gelen ve “sıkıntım şimdi geçti ” diyen birine hiç şahit olunmadı tarihte. Sıkı can iyi miydi? Çıkmaz mıydı? Ne biçim yorumlara maruz kalırdı. Sıkıntısız insan mı olurdu hayatta? Canı sıkılmaya görsün insanın tüm arayışların ve muhasebelerin içine balıklama atlar..

Kafalar..
Ya Leyladır ya Mecnun. Bulanık bir suyun içinde yolunu bulmaya çalışan küçük bir kefal çabası.. İnsan neyi çözmüş ki hayatı çözsün! İnsan bilir, insan söyler, insan susar. Ama iş hakikate yani gerçeğe gelince dehşete kapılır. Çünkü tüm gerçekler çok miktarda can yakar. Canı yanmayan yaşamaz, hayatta kalır. Hayatta kalmak muhimse yaşamak en mühim olanı. Gayrı git derdine dermanı, içinde ara ademoğlu, ademkızı..
