Oyun oynayan çocukları uzaktan izlemek pek tuhaf bir deneyimdir ; Bir zamanlar kendinin de yaptığı şeyleri arada şeffaf bir duvardan izler , hüzünle karışık hayranlık içinde bakarsın başka bir aleme . Çocuk oyun oynarken bu dünyada değildir , Newton fiziğinin hüküm sürmediği bir yerlerde , lazaman – lamekan bir boyuttadır…bambaşka kurallar vardır onun tarafında,her şey mümkündür , imkansız yoktur , yanlış dediğin nedir , elmalar düştükleri dala geri çıkar mesela , peluş hayvanlar konuşur , bir dal parçası füze olur , karton kutu zaman makinası , o an elinin altında ne varsa artık senin hayalgücünün hükmündedir…ne olmak istiyorsan osundur , tek kimlikle kısıtlı kalmak niye , prova bile etmeden bir şapkayı takar öbürünü çıkarırsın , bir bakmışsın bir kuş olmuşsun , hayır hayır bir uçak , o da değil , Süpermensin şimdi , emprovize , öyle , geldiği gibi…kurgular izleyene göre mantık hatalarıyla doludur , diyaloglar absürddür , final hep karmakarışıktır ama oyun devam ettiği sürece gayet tatminkar ve tutarlıdır oynayanın gözünde …mizansen içinde açılıveren yepyeni mizansenler , başı sonu olmayan bir macera ve bütün varlığıyla sonuna kadar tam konsantrasyon…Farkındalık deyip duruyoruz ya biz yetişkinler , işte öyle sonsuz imanla ana teslim olma deneyimi…öncesi sonrası olmadan anın içinde , anla bir ve bütün , akışla bir akma hali…yanında top patlasa gamsız , en fazla kafanı kaldırıp bakma ve asli meselene geri dönme durumu…beden , zihin , ruh , hepsi o anda orada…zor yok , zorlama yok , kendiliğinden her şey…Sen yetişkin olarak katılsan da hiçbir zaman bir çocuk kadar giremezsin o oyunun içine , kaptırıp kendini bırakamazsın ,oynar gibi yaparsın en fazla çünkü çocukluğunla arana ördüğün o camdan duvar , öğrenmişliklerin , önyargıların , koşullanmışlıkların , geri tutar seni , o zamansız mekansız sınırsız boyuttan…
Yetişkin yetişkin izleye izleye , sonunda unuttuğun bir şarkı çalmaya başlar kulağında yeniden , dürter , çağırır seni…Sonra bir gün , o halini çok özlediğinden , ya da yaşadığını hissetmek için yeniden , kendi odanda kimselere göstermeden oyun oynamaya başlarsın , yetişkinliği ve bütün gereklerini fırlatıp bir kenara…De ki , Affan Dede’ye para saydın , sattı sana çocukluğunu…Artık ne yaşın vardır , ne adın , bilmiyorsundur kim olduğunu…. çok bilmişliklerinin ağırlığından sıyrılıp baştan öğrenmek istersin her şeyi en baştan…o saflıkla görmek istersin her şeyi yeniden , hiç görmemişsin gibi önceden…akmak istersin akışla bir , içinden nasıl geliyorsa , yargısız , hür , gürül gürül … kendi içine dökülmekten de yorulursun bir an gelir , kendi kendine konuşmaktan ve tek başına oynamaktan canın sıkılır artık , birini göndermesini dilersin İlahi Oyun Kurucu’nun sana , bir oyun arkadaşı , o ki hiçbirşey sormaz senden , haberi yoktur olan bitenden , sırf oyununa iştirak eder , uçurtmanın ipinin peşinden koşar seninle…Aynı hesapsız , aynı kuralsız , aynı sonsuz evreni paylaşır seninle , dünyanın kıyısında , bir an var ve seninle tümüyle , sonrasında yok bile…bir zemberek boşalır birken iki olunca , oyun kendiliğinden akar , seni de aşar onu da , kendiliğinden dönen bir çarka dönüşür…