Geçen akşam Tv de yine TRT’nin tarihsel içerikli dizilerinden biri olan ” Bir zamanlar Kıbrıs’ı izliyordum. Hiç bir bölümünü kaçırmadığım bu güzel dizi de, elbette ki ekonomik gelir beklentisi ile reklam aralarını uzatmaya başladı. ( Haklılar saygı duyuyorum sistem böyle )
İşte o uzun reklam aralarının birinde diğer kanalları biraz gezeyim dedim. Gezerken, Uzun zamandır bolca reklamı yapılıp seyirciyle buluşturulan Camdaki kız’a bakayım dedim. Gerçi konusunu ve içeriğini bildiğim bir diziydi bu. Gülseren Budayıcıoğlunun son dönemde ki popüleritesinin muazzam biçimde dizilere sirayet eden etkisine kapılmamak çok zordu. Çünkü Masumlar apartmanı ve Kırmızı oda ile halkın gönlüne giren psikiyatrist ve yapımcılar, yaptıkları işin hakkını teslim ediyorlardı Allah için.
Üstelik Çukur, Maraşlı, Arıza, eşkıya dünyaya hükümdar olmaz gibi sözde hak ve adalet için, şiddetin ve silahın bol olduğu dizilerin milleti esir ettiği bu dönemde, güneş gibi parladı Budayıcıoğlunun gerçek hikâyeleri..
Gelişim psikolojisinin yaygın olarak kullanıldığı Budayıcıoğlu temelli dizilerde, çocukluk ve ergenlikte yaşanan her deneyimin, insanın gekecekteki hayatını şekillendirecek yaşantılar olduğunu herkes bir şekilde anladı bu yapımlarda.
Camdaki kız’da Burcu Biricik kırmızı odada ki boncuk rolünün biraz evrime uğramış haliyle yeniden karşımızda. Ne tesadüftür ki yine boncuk’un hayali sevdiği Çan’da bu dizide başrol ortağı olarak karşımızda. ( Feyyaz Şerifoğlu )
Ayrıca dizinin oyuncu kadrosu da oldukça güçlü. Hikayesi ve oyuncu kadrosu ile bu dizi, eminim raitingi ile de oldukça konuşulur. Lakin burada bir iddiamı ortaya koymam lazım. O iddia da, Ne Camdaki kız’ın ne de Masumlar apartmanı dizilerinin seyirciye vereceği hazzın, Kırmızı oda dizisinin vereceği hazzı geçemeyeceği. Çünkü Kırmızı oda hem sürekli yeni hikayeleri içine alması, hem de eski hikayeleri yeri geldikçe hakkıyla deşmesi ile takipçilerinin heyecanını sürekli yukarıda tutmayı başarıyor.
Neyse..
Asıl konuya geleyim. Camdaki kız dizisini izlerken kısa bir replikte muaazam beğendiğim bir söze denk geldim. O repliğin geçtiği diyalog, Feyyaz Şerifoğlu ile Selma Ergenç arasında geçti. Konuşmanın bir bölümünde Ergenç, Marcel Proust’a ait olan o harika sözü söyledi : “Hayal ettiğim şeyle, hayatın beni beni yaptığı şey arasında bir boşluğum”
Evet muhteşem bir söz, tam zamanında ve cuk diye oturmuştu mevzuya. Ancak ben burada bir şeye takıldım. Böyle önemli ve güzel sözlerin sahiplerinin adı niye söylenmez? Ergenç bu sözü “bir kitapta okumuştum” diyerek geçiştiriyor. Oysa Marcel Proust’un adını geçse belki binlerce dizi izleyicisi Proust’u merak edip okumaya başlayacak… Fakat senaristler bunu akıl edecek düzeyde değil.
Yine buna benzer bir konu da, Son yaz dizisinde oldu. Dizi de avukat Fatih Doğanay’ı canlandıran Emre Karayel’de bir replikte Mevlana’nın herkesin bilmediği bir sözünü söyledi. Ve yine imza kime ait belirtmeden. Neydi peki o söz?
Ne fark eder ki, kör insan için elmas da bir, cam da…Sana bakan kör ise sakın kendini camdan sanma!
Özdeyişler, atasözleri, vecizler ve türlü fikirler böyle imzasız bırakılması öncelikle bu düşünceleri üreten değerli insanlara saygısızlık oluyor. Zaten sosyal medya platformlarında paylaşılan sözler, doğru etiketle paylaşılmıyorken bir de bunun benzerinin dizilerde yapılıyor olması hiç yakışık almıyor. Keşke RTÜK bu konuyla ilgili bir çalışma yapsa. Yani bu tip değerli sözlerin geçtiği yerde onu söyleyen yazar, düşünür, filozof ya da âlimlerin ismini belirtmeyi de zorunlu tutsa..