Bir gün arayla iki ayrı programa katıldı Cübbeli Ahmet hoca. Ramazan sebebiyle Raiting’i yüksek olan hocalardandır malumunuz. Entellektüel ve esprili sohbeti halkın büyük bir bölümünde ilgi görür alkış alır.
Hocanın ilk katıldığı program, sahibinin Necat Günseven’in çiçeği burnunda kanalı TV100 deydi. Programın adı da Muhabbet Kralı. Evet Okan Bayülgen’in uzun bir aradan sonra ekranlara geri döndüğü program. Öncelikle Bayülgen’in geri dönmesine sevindiğimi söylemem lazım. Her ne kadar marjinal ve sivri bir adam olsa da, yakın televizyonculuk tarihinde yaptığı programlarla topluma gır gır ve şamatanı dışında, bir takım değerler ve kültürel manada artılar sunması da yadsınamaz.
Bayülgen geçmişte bazı dönemlerde, gerek çalıstığı Kanal yöneticileriyle gerekse magazin medyasının yaklaşımlarıyla olan münasebetinde ters düştüğünde ekranlardan uzaklaşmıştı. Fakat bu son uzaklaşması epey uzun sürdü. Dönüşü ise yeni kurulan bir kanal olan TV100 ile oldu. Ki bana göre de doğru bir karar. Çünkü kanalın yeni olması ve sahibinin Siyasi bir takım etiketler taşımamış olması önemli. Artık herkes biliyor ki bir ünlünün çalıştığı kanal, ünlü ismin program tarzını da belirliyor.
Neyse programa geri dönelim. Bayülgen’in programının konusu Kuran-ı Kerim’in meal ve tefsir üzerinden öğrenilmesi oldu. Tabi konuk ağır konu da. Bayülgen, usta Tv programcılığı tecrübesiyle, hem sorduğu sorularla hem de programı hocaya kaptırmadan yönetmeyi başardı [ Malum hoca konuşmaya başladığında araya girmek neredeyse imkansızdır 🙂 ]
Tabi hiç bir programcı, Cübbelinin bilgisine sahip değil.Dolayısıyla bu durumu halkın hocayı net bir şekilde anlaması gayretiyle sunmaya çalışırlar. Bayülgen de öyle yaptı. Hocayı, izleyicinin anlayabileceği şekilde sade bir anlatıma yönlendirdi. Bunun dışında hocayı, geyiğe sokmadan bundan raitingsel bir kâr elde etmeden konuşturması da takdire şayandı. Program sonunda ortaya çıkan sonuçsa, Kuran-ı Kerim’in mealinin tefsirsiz tam olarak anlaşılamaz olacağı, tefsirin de doğru kişilerce yapılmış olmasının önemiydi.
Programı izlerken, Bayülgen’in hocanın evine ziyarete gittiğini, hocanın Bayülgen’i ağırladığını, hocanın kütüphanesinde 50 bin kitap olduğunu da öğrenmiş oldum. Bayülgen’in Cübbelinin evinde ne işi var sorusu sizin de aklınıza takılmıştır. Fakat ziyaret edenin Bayülgen olduğunu bir kez daha düşündüğünüzde şaşırma hali giderek zayıflıyor. Çünkü Bayülgen’in merakını cezbeden bir olay ya da kişinin muhteviyatını çok sorgulamadan yaklaşabildiğini tahmin etmek zor değil. Bunu, kimileri Okan’ın bir takım git gel’ler sebebiyle yaptığını düşünenler de çıkabilir elbette. Fakat bence Bayülgen’in bilgi ve zor meselelere olan merakı, bu tip davranışlarını çok mümkün kılıyor.
Cübbeli’nin bir gün aradan sonra çıktığı diğer programsa, Haber Türk kanalında ki “Gerçek Fikri Ne?” programıydı.( bu gece ) Veyis Ateş’in sunduğu programda, Cübbeli, hem yeni çıkardığı kitabını tanıttı, hem de Ramazan ve siyasetle olan ilişkisini uzun uzun anlattı.
Ateş, programın ilk bölümünde Hadis ve Kur-an ilişkisi üzerinden konuşturdu Cübbeli’yi. Cübbeli’de belli dini sıfatlar taşıyan ilahiyatçıları gayet tepkili bir şekilde eleştirdi. Cübbeli gerçekten dini bilgisiyle herkesi tatmin eden bir din alim’ olduğunu son 5-10 yıldır ispatlamış durumda. İslam’ın aslında nasıl bir deniz derya olduğunu, onun bilgisi ve ilmiyle gayet net anlıyoruz bizler. Doğal,saf ve bildiğinden bir adım üste çıkmayan, her bilgiyi hadisle bir ayetle ilişkilendirebilmek bence bu işin zor, fakat bizleri de en tatmin edici yanı.
Cübbeli’nin yeni kitabı ise, kız çocuklarının İslamda ki yeri ve önemi üzerine. Bence Cübbeli bu kitabı yazmakla çok doğru bir iş yaptı. Sebebi ise, son dönemde İslam’a uzak olan Ateist, deist ve dine düşman olan kesimin, İslam’ın kız çoçuklarına sözde kötü yaklaşımına dair ortaya attığı iddiaları çürütme gayretine girişiydi. Gerçekten de nedense, son 30-40 yıldır İslam’ın kadını eve hapsettiği, haklarını gasbettiği yönünde bir algı yaratıldı. Bu algının kaynağında elbette ki Feminist yaklaşımlar var. Kadına özgürlük tanıma mücadelesini, din üzerinden bir takım yalnış algılar yaratarak sürdürmesi, şuan ki tablonun bir sonucu mutlaka.
Program devam ederken Veyis Ateş’in konuyu, Binali Yıldırım’ın İsmail Ağa cematiyle kıldığı Teravih namazına getirmesiyle, Cübbeli’nin belki bu kadar hiç girmediği kadar siyaset diliyle konuşması, ekran başındakilerle birlikte beni de şaşırttı. Hatta Ateş bile, hocanın bu dili kullanması karşısında şaşkınlığını gizleyemedi.
Hoca ise bunu kabul etti fakat, mevzuyu bir beka meselesi olarak gördüğünü, bu yüzden her vatandaş gibi tepki gösterdiğini söyledi. Hepimizin aklına yerleşmiş bir algıdır bu. Yani bir din adamı siyaset yapmamalı mevzusu. Fakat burada bir parantez açmakta gerekiyor. Öncelikle biz şunu karıştırdık yıllarca, bir din adamının, milleti devleti üzerine görüş belirtmesiyle, bir partinin üyesi olması, o partiyi övmesi bambaşka şeyler.
Yoksa her Türk vatandaşı gibi onun da bir fikri olabilir. Kanunda ya da Allah indinde bir din adamı, memleketi ve toplumun yönetilme biçiminene karşı sessiz kalmalı diye bir hüküm yok. Dolayısıyla hoca’da bunu savundu. Devletin,dinin ve toplumun geleceğini kimseye hakaret etmeden, fakat ciddi bir bakış açısıyla eleştirebileceğini gösterdi. Hatta Cumhur ittifak’ını sırf bir beka problemi gördüğü için desteklediğini söyledi. Din,kendini toplumdan ve sosyolojisinden ayırmaz, ayıramaz diye de ekledi.
Ki nitekim bu çok doğru bir yaklaşımdır. Bir din insanı, toplumun ve devletinin huzuru için gördüğü aksaklıkları veya artıları herkesten önce görebilmeli ve gerekli birleştiriciliğe aykırırı bir tavır geliştirmeden söyleyebilmelidir.
Sonuç olarak iki ayrı program arasında Cübbeli’nin, net, doğal ve milletine ve devletine düşkün bir insan olduğu kanaati, bende muazzam ölçüde artmış oldu.
Umarım tüm din adamları, bundan sonra ki süreçte toplumu birleştirici söylem ve ifadeleri de daha fazla kullanırlar..