Hayati İnanç’ı tanıyınız..

0
4620

 

Hayati hoca, Denizli’li ve 1961 doğumlu. İstanbul Hukuk 1984 mezunu. Mesleği Avukatlık fakat yayıncılık, yöneticilik, denetçilik, öğretmenlik ve sunuculuk gibi bir sürü işte de eli var. “En değerli iş insana yatırım” felsefesine Gençlerle tecrübelerini paylaşmayı hayat tarzı edinmiş  “Can Veren Pervaneler” programını hazırlayıp sunmuş Trt de bir dönem. Aynı isimle 5 kitap yazmış iyi de etmiş.

Ben Hoca’yı severek okuduğum Cins isimli dergiyle tanıdım bir kaç sene önce. Esprili, zeki ve soyadı gibi çok inanclı bir abimiz. Sosyal Medya’da videoları bol miktarda dolanıyor.

İnanç hoca “her Türk erkeği günde usta işi bir gazel okumalıdır ve her Türk erkeğinin ezberinde 10 beyt yer almalıdır” derken çok samimi. Zaten kendine ait sayfasında da bol miktarda gazele ve şiire denk gelirsiniz.

Hoca’nın “Can veren Pervaneler” serisinden en güzel alıntıları aşağıda paylaşıyorum bir göz atın bence.

Kavuşmanın nasıl olduğunu sor.

” Kime sorayım?”

“Ayrılık acısına düçar olana.”

 

“Umarsan bir nevâziş açdığı bin zahm için ammâ
Bu insâniyyet ey dil gamze-i cânâneden gelmez”

“Sinende açtığı bin türlü yarayı bir günde pansuman eder diye ümit edersin ama heyhât! O insanlık, sevgilinin gamzesinden gelmez.”

 

Elinizi vermeye alıştırın, bir gün can vereceksiniz”

Allahü Teâlâ hakiki yârdır. Aşk, Allahü Teâlâ içindir. Aşkta kavuşma olmaz, aşk sonsuzdur.

 

Sen ne diye feryat edip duruyorsun? Burası dünya, Cennet değil ki.

 

Aşkta üç kahraman vardır daima başrolde olan: âşık, mâşuk, rakip. Gül, bülbül, diken yani. Ferhat, Şirin, Hüsrev.
… 
Hep vuslat rakibe, hasret âşığa düşer.

 

Su uyur, düşman uyur, hasret-i hicrân uyumaz…

 

“Geçti gün ferdâyı ko sâat bu saat dem bu dem” ( Dün geçti, yarın gelir mi gelmez mi belli değil; sâat bu sâattir, an bu an.)

Mümin üç şeyden hâli olmaz: illet (hastalık), kıllet (fakirlik), zillet (itibarsızlık). Kırk gün üçüne de uğramayan korkmalıdır. Behaeddin-i Buhari’nin sözü malûm: “İhtiyaçsızlık azgınlığa sebep olur.”
“Derd ü belâ kemend-i mahbûbdur.”
(Allah sevdiklerini dert ve bela kemendiyle çeker.)

“Kalem kec-dil, mürekkeb rû-siyeh, kağıt dü-rû bilmem, 
Kimi etsem o şûha arz-ı hâlim yazmada mahrem?” 

Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt iki yüzlü! Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım?

 

Yerin altında en çok ne var diye sordu Behlül Dânâ, Harun Reşid’e; Herhalde ölüler” deyince, “yok, ölülerin pişmanlıkları dedi Behlül Dânâ..

 

Fatih İstanbul’u feth etmesydi, hatta padişah olmasaydı biz onu yine anacaktık burada. Şairliği ile hatırlayacaktık, ehemmiyeti azalmayacaktı bir mânâda.
Fatih, çok yazmayanlardan ama iyi yazanlardan.
Bana sorsalar; Avni mi? Fatih mi?
Full time Avni, part time Fatih.
Nefes aldığı her an şair ama icap ettiğinde sultan.

 

Arabi,
Farisi,
Türki.
Bu üç lisan; eş yumurta kardeşidir.
Bir araya o kadar güzel gelmiş ve öyle de güzel geçinmişler ki. Biz araya girmesek yine geçinip gideceklerdi. Yaa nesini ayırıyorsun? 
Fuzuli bir beyt yazıyor. Daha başlangıcındaki üç kelimeye bakıyorsun biri Farsça biri Arabça üçü de Türkçe amma…

 

“Aklı fikri midesinde olanın kıymeti, bağırsaklarından çıkan kadardır.”
İmam Şafii

 

Göz öyle yaratılmış ki her şeyi görüyor kendini göremiyor. Kişinin kendini bilmesi, kendi kusurlarını görebilmesi üçüncü gözü gerekli kılıyor; kalp gözünü