Nereye baksan muamma, Nazan Bekiroğlu

0
2359

Nereye baksan muamma. Bu dünyada sır var esrar var. Sırr-ı esrar var. Bu dünyanın sırrını çözen var çözmeyen var. Çözmeye kalkıp da altından kalkamayanlar, Ebu Cehil dağ olsa, aşıp da bir yamacın sırtında sendeleyenler var. Nice şifa dağıtıp kendine derman olamayan hekimler, içi dışı ayrı hilebazlar, ateşbazlar var. Kendini sarraf sanan kalpbazlar, elifi görse mertek sanır allâmeler var.

Bu dünyanın ilmi garip. Her cümlenin bitişi, yarım mısralar, beli bükük virgüller, sırlı noktalar var. Teklif değil ısrar redifler, tekrirler, nidalar var. Açılan kitaplar kapanan defterler, döner dünya, bu dünyada rücu var.

Durmaz bu dünyanın dönmesi. Âşıkların âhı var. Bu dünyada aşk var. Aşkın özü sitem, sitem kaldırmaz divaneler; aşkın özü ateş, alev tanımaz pervaneler var. Haşr sanırsın kıyamet çıkar, hazine sanırsın mezbeleler var. Gelmese de olur; değil mi ki gelebilir, öyleyse hürriyet var. Karşılaştığının sır olduğuna inansa ancak kurbanı olmaya hazır şartlı müddeiler var. Oysa Ebubekr’in sıddiykliği Peygamber’in istikametinden. İki dalga arasında boğulanlar var. Aşkta kusur var. Sizin gördüğünüz ateşi, dumanı bendedir; tahammülfersa hakikatler var. Ama. Ama var. Ben acıdan ölmediysem kimse de ölmez, tahammüller var.

Yanından geçip giden okyanusları tanımayan ummanlar var. Hatırlama an meselesi, tanımak birdenbire. Amma ki zaman geçip gider, her şeyin zamanı var, zamansızlığı var.

Bu dünyada ne yok ne var? Çizgi var nokta var. Elif ile Be var. İle’dir bağlaçların en güzeli; bağ ile bağban, türbe ile türbedar, gül ile bülbül’de var.

Bu dünyada yanmak var. Kimi vurup götürür, kimi en dipten budar. Cehennem illeti, hutâme. Kol kanat, mecal takat bırakmaz. Kimiyse “yanmakta derman” var. Yanmaktan yanmaya fark var.

Kelimeler var. Kalbe dokunduğunda kimi şifa, kimi atlıyı atından indirir bir kılıç darbesi. Kimi ölüyü diriltir kimi diriyi öldürür. Eyüp Kitabı’na bakılırsa, ruhu hayattan tiksinince artık şikâyetlerini tutmayıp buruk bir kalple konuşmaya başlayanlar var. Diyor ya Mevlâna, sözü hâli olunca pervaz vurup kanatlananlar var. Kelimenin hacmi, cismi, ağırlığı, şekli şemaili var. Her biri aynı değil, söz var, söz var.

Bu dünya böyle bir yer işte. Nereye baksan muamma. Bu dünyanın sırrını çözen var çözmeyen var.

İlk bakışta merhametle bağdaşmaz yaralar, sınanışlar, tükenişler var. Sorgular var sualler var. İnsanız âh, bir görsek ki “İçinden nehirler kaynayan taşlar” var. Bu dünyada hoşça geçinip giden ceylânla pars, kurtla kuzu var. Bu dünyaya sığmayanlara bir büyük kattan gönderilmiş selâmlar, çünkü gayret var niyet var.

Bir peygamberin âsâsında görünür dünyanın sırrı. Güve yemiş âsâsına dayanan ölü Süleymanlar, yerinde yeller esen saltanatlar var. Eceli bir saniye bile ertelenememiş nice kavimler, ses olup, rüzgâr olup gelen ölümler var.

Yok yok bu dünyada; yok var, var var.

Gerçek yok gölge var. Asıl var suret var. Nakış var Nakkaş var.

Havf var ama recâ var. Celâl var ama cemâl var. Havf ile recânın, celâl ile cemâlin arasında bir yer var. Ümitvarım, merhamet var, Rahman-ı Rahim olan var. Yok değil, “Benim bunda kararım” var.

Kader var. Kader değişmez deme, kendini küçük, esmanı hor görme, demiş erenler. El-Hak; her an yeniden yaradılış var.

Solumda dağ, sağımda deniz. Arada ağaçlıkların koyu gölgesine ağır ağır inen kar. Gözün gördüğü var görmediği var. Melek var, şeytan var.

Evim ile fakülte arası iki kilometre. Ben şimdi fakültedeki odamdayım. Orada bir evim olduğundan ne kadar eminsem ölümden sonra bir hayat olduğundan da o kadar eminim.

Vallahi ölüm var, billahi ölümden sonrası var.

Şükür ki ölüm var. İyi ki cehennem var.