“Şunu anladım ki yaşamanın her türlüsüyle, yazmanın her türlüsü arasında kapatılmaz bir uçurum uzanır… Yaşayabilenler yaşar, yaşayamamanın acısını çekenler de bu acıyı yazarlar…”
“Kelimelerin bir şeye yaramadığını anladığım zamandı; kelimelerin söylemek istediklerine bile uymadıklarını.”(Döşeğimde Ölürken)
“Öldükten sonra dirilirsem,” demişti Faulkner bir kere. “Dünyaya bir tembel çaylak olarak gelmek isterim. Kimse nefret etmez ondan, kimse kıskanmaz; ne bir isteyeni vardır, ne arayıp soranı; hiçbir vakit tedirgin edilmez, tehlikeye düşmez. Canının istediğini yer, yaşar.” Faulkner için yalnızlık, insan hayatının haysiyetiydi. Birçok değerlerini yitirmiş olan insanlar çağdaş dünyada tek başına, mert ve gururlu yaşamanın bilincini bile elden kaçırmışlar diye düşünüyordu. Hiç değilse, kendisi bakir bir ormanın karanlık, tüyler ürpertici ama her zaman vakarlı yalnızlığını yaşamağa çalıştı.
“Şiirin söylemek istediklerime uygun olmadığının farkına vardığımda mecramı değiştirdim. Yirmi bir yaşındayken şiirlerimin çok iyi olduğunu düşünürdüm. Yirmi iki yaşında fikrim değişmeye başladı. Yirmi üç yaşındaysa şiir yazmayı bıraktım. Ama yazılarımda şiirsel nitelikleri kullanıyorum. Neticede düzyazı da şiir.”
“Yazmanın ateşli ânı içinde fazladan birkaç sözcük kullanmış olabiliyorsunuz. Eğer üzerinde tekrardan çalışırsanız ve bu sözcükler size hâlâ doğru geliyorsa bırakın yerlerinde kalsınlar.”
“Ben ağlamıyordum, ama tutamıyordum kendimi de. Ben ağlamıyordum, ama yer durmuyordu ve ben ağlıyordum sonra.” (Ses ve Öfke)
“Ama bilemiyorum ne deliliktir, ne değildir; kim karar verebilir kesinlikle. Çünkü galiba her adamın içinde deliden de, akıllıdan da ötede bir başka adam var ve o adamın delice ve akıllıca işlerine aynı tiksinme ve aynı şaşkınlıkla bakıyor içerden.”(Döşeğimde Ölürken)
“Çünkü şimdiye kadar hiçbir savaş kazanılmamıştır. Dahası, savaşılmamıştır bile. Savaş alanında insanların delilikleri ve umutsuzlukları dışında bir şey yoktur; burada zafer felsefecilerin ve budalaların hayalidir.”
“Garip şey, derdin ne olursa olsun erkekler sana dişlerini muayene ettir der, kadınlar da evlen der. Hayatında hiçbir şeyi başaramamış bir adam kalkar sana işini nasıl yöneteceğini anlatır. Bir çift çorabı olmayan üniversite profesörlerinin on yılda nasıl milyoner olunacağını ve ömründe bir koca bulamamış bir kadının aileye nasıl bakılacağını anlatmasına benzer bu.” (Ses ve Öfke)
“Bir insan bana kalırsa her şeyden önce insandır, nerede ve ne olursa olsun.”
“…Ama bilemiyorum ne deliliktir ne değildir; kim karar verebilir kesinlikle. Çünkü galiba her adamın içinde deliden de, akıllıdan da öte bir başka adam var ve o adamın delice ve akıllıca işlerine aynı tiksinme ve şaşkınlıkla bakıyor içerden…”
“Eğer ben var olmasaydım, beni bir başkası yazardı; ya da Hemingway’i veya Dostoyevski’yi… Shakespeare’in oyunlarının yazarlığı statüsüne üç farklı kişinin aday gösterilmesi, bunun kanıtı. Ancak esaslı önemli olan Hamlet ve Bir Yaz Gecesi Hikâyesi gibi yapıtlardır. Önemli olan onları kimin yazdığı değil, birinin yazmış olmasıdır. Burada yazarın bir önemi yok. Yalnızca yarattığı şey önemli çünkü aslında söylenecek yeni bir şey de yok. Shakespeare, Balzac, Homer hep aynı şeyler hakkında yazdılar ve eğer 1000 ya da 2000 yıl daha fazla yaşasalardı, yayımcılar onlardan başka kimseye ihtiyaç duymayacaklardı.”
“Yazar eğer birinci sınıf değilse kendisini zamanım yok, ekonomik özgürlüğüm yok diye kandırıyordur. İyi sanat hırsızlar, içki kaçakçıları ya da at hırsızları arasından da çıkabilir.”
“Önümüzde yoğun, karanlık akıntı koşuyor. Sonsuzlaşan ve sayısızlaşan bir mırıltıyla bir şeyler anlatıyor bize; sarı yüzeyi, kocaman ve canlı bir şey tam altından bir kıpırtılık uyuşuk bir atiklikle davranıp sonra hafifçe uyuklamaya dalıyormuşçasına yüzey boyunca bir an için sessiz, süreksiz ve derin bir anlamlılıkla akarak solgunlaşan, anaforlar halinde gamzeleniyor.”(Döşeğimde Ölürken)
“Vakti olmadığını söyleyen biri yalan söylüyor demektir. Bu konuda fikre güvenmek gerekir. Hiç beklemeyin. Aklınıza bir fikir geldiğinde hemen yazın. Daha fazla vaktinizin olacağı ânı bekleyip o ruhu yeniden yakalayıp, yazınızı bezemek için daha sonrasını beklemeyin. Hiçbir zaman o ruhu ilk izlenimin canlılığı içinde yeniden yaratamazsınız.”
“Tıpkı damağın kabul ettiği, ama sindirimin başa çıkamadığı bir şeyi midenin reddetmesi gibi, başımıza gelen bazı olayları da zihin ve duyular reddeder, kanımızı donduran hadiselerdir bunlar, varla yok arası bir aracının, mesela bir camın ardından birbiri ardına gelen olayların adeta sessiz bir vakumda vuku buluşlarını, hafifleyip, yok oluşlarını seyrederiz; öylece kalakalırız, ta ki ölebilene kadar. Ben öyleydim.” (Abşalom, Abşalom)
“Her şeyi okuyun, ucuz romanları, klasikleri, iyi ve kötü hepsini okuyun, nasıl yazıldıklarına bakın. Bir marangoz zanaatını gözlem yaparak öğrenir. Okuyun! Okuduklarınızı özümseyeceksinizdir.”
“Anlamıyor musun? diye haykırdı. Anlamıyor musun? Bütün bu toprak, bütün Güney lanetlenmiştir ve bu topraktan türeyen bütün bizler, bu toprağın emzirdikleri, akıyla karasıyla bu lanetin altındayız? Lanetlenmeyi benim insanlarım getirdi bu toprağa, kabul ediyorum: belki bu yüzden ancak onların torunları -ona karşı direnmek değil, savaşmak değil- belki sadece katlanırlar ve dayanırlar lanet kaldırılıncaya kadar. Sonra sizin insanlarınızın sırası gelecek, çünkü biz sıramızı savdık. Ama şimdi değil henüz değil. Anlamıyor musun?” (Ayı)
“Kapitalist düzen içinde yaşadığım süre boyunca paralı kimselerin isteklerinin yaşamamı etkilemesini kabul etmek zorundayım. Ama, Allah canımı alsın ki bir posta puluna iki paralık yatırım yapabilen her başıbozuğun ,ağız kokusunu dinlemem. İşte, efendim, buyrun istifamı.”