Tamamen senin olan kim var şu hayatda?

0
501

Hayatta kaçırdığımız ya da kaçırdığımızı sandığımız o kadar çok fırsat ve insan var ki..

Bizim olmasını istediğimiz ve eğer bizim olursa kendimizi şanslı hissedeceğimiz bir sürü şey. Aidiyet duygularımız ile o insanı bir sürü sınırlama ile kafesleme isteğimiz. Oysa biraz zaman geçince sahibi olamadığımız onca şeye ( nesne veya insan’a) dönüp ” iyi ki de olmamış” dediğimiz artık hiç bir özelliği kalmayıp mazide öylece bir yerlere bıraktığımız eski değerliler.

Şimdi bir düşünün bakalım. Siz geçmişte onsuz yapamam dediğiniz kaç insanı bugün tarihe gömdünüz ya da kaç kişi sizi hayatından bir an da siliverdi?

Değişim ve şartlara bağlı olarak gelişen türlü yalnız kalışlar yaşadık. Her sürecin sonunda aşamayacağımızı düşündüğümüz türlü badireleri belki çok sancılı belki hiç farketmeden, zaman denilen kendini sürekli tüketen anlara bırakarak.

İşte bu yazı için seçtiğim foto, bu nedenle yazının tepesinde duruyor. Bu görsel Bülent Ersoy’un bir filminden. Filmde sevdiği adamın başka bir kadınla nişanlanmasını hazmedeyen öfke dolu bir kadını canlandırıyor Ersoy. Bu sahnede Ersoy bir gazinoda onu terkeden sevgilisi ( Bülent Bilgiç) ve nişanlısını ( Yaprak Özdemiroğlu) görüyor.

İçinde biriken öfke onu çiftin masasına sürüklüyor. Ancak onu terk eden sevgilisine değil de sevgilisini elinden aldığını düşündüğü kadına sataşıyor. Yani Ersoy içinde hâlâ diri tutmaya çalıştığı sevgi sebebiyle öfkesinin acısını basit bir yansıtma ile Yaprak Özdemiroğlu’na çeviriyor. Ersoy, o an ki ruh haline göre olayı şöyle kuruyor kafasında. Ben içimi, öfkemi bunlara rahat rahat kusacağım. Onlarda beni kuzu gibi sessiz dinleyecekler. Fakat olay Ersoy’un beklentisinin dışına çıkıyor. Ve Yaprak Özdemiroğlu Ersoy’a dönüp; ” bırak aşkım ben iyi bilirim böyle sapıkları” diyor. Hiç beklemediği bu cümle Ersoy’u feci kızdırırken aslında yaptığı manipülasyonun meyvesini de alıyor. Meyveden kastım Ersoy’un vukuat çıkartarak şiddete soyunma isteğini temsil ediyor. İşte o an içinden çıkan on kaplan gücüyle çiftin masasını deviriyor. Tam kadını parçalayacakken gazinonun çalışanları Bülent Hanım’ın koluna girerek mutlak bir faciayı da önlüyor 🙂

Şimdi tekrar yazının başına dönelim. Ne demiştik? Bize ait olmasını istediğimiz ya da ait olduğumuzu düşündüğümüz her insanın aslında bizim olmadığı gerçeğini kabullenemiyoruz uzunca bir süre. Ancak yaradılışımıza kodlanmış sabır ve unutma özelliği ile eninde sonunda hayatımızı yeniden bambaşka şekillendiriyoruz.

Peki bize ait olan ne var şu hayatta? Cevap;  “sadece kendimiziz” özgürce müdahale edip yön verebileceğimiz tek yaşayan şey bu beden ve içinde barındırdığımız kişiliğimiz. Tabi burada da her zaman ve şart da başarılı olamıyoruz. Kolay gibi görünse de kendimizi yönetmek, başkalarını yönetmek ve aidiyet oluşturmaktan çok daha zor.  Başkalarına sömürmemize,biat ettirmemize isyan etmelerine neden olan irademiz, kendine malik olmakta her zaman aynı meşakkatli mücadeleyi vermek zorunda.

Tam bu noktada aklıma Cengiz Aytmatov’un bir sözü geldi. Şöyle diyor Aytmatov: “Herkes gidebilir, herkes kaçabilir ama herkes kendine hâkim olamaz, HERKES KENDİNE KARŞI ZAFER KAZANAMAZ.”

Herkes gibi olmayan bir gurupta, Kendine karşı türlü zaferler kazanan bireylerden olmamız dileğiyle..