Bir dolu sıkıcı, ama çok insani tespitlerim var benim.

0
1365

Ezbere yaşamlar..

Dünya,tabiat ve insan üçlemesinin doğallıktan uzaklaşıp, yapay,soğuk ve ben merkezci bir “bekle ve sahip ol” felsefesine geçiş yaptığı bir yüzyıl. Gücü olanın, zengin olanın belirdiği bir yaşam tarzına değil de, yalnızca emitasyonlarına kavuşma eğilimindeyiz. Sadece haz peşindeyiz.

Dilimizde yalandan “her şeyin başı sağlık her işin başı huzur” cümleleriyle çok basit bir mütevazi ve kanaatkar bir hayat sürme arzusunda olduğumuza inandırmışız kendimizi.

“Onun var, bunun var peki benim niye yok” düşünceleri ile gün boyu mücadele ediyoruz. Gerçekte bizim olanın, yalnızca beynimizin ve kalbimizin içinde ki özgürlük olduğunu anlamamak ısrarcılığındayız.

Başkalarını mutlu ederek mutlu olma yetimizi uzun zaman önce kaybettik. Bunun yerine “en çok ben mutlu olmalıyım” gayretiyle kopuyoruz, köreltiyoruz kendimizi sevdiklerimizden. Eşimizden, coçuklarımızdan ve anne babamızdan.

Kimlerin dünyasında oyuncuyuz? Kimlerin oyununda figuranız bilmiyoruz. Bu bilmeyişlikten hiç rahatsızlık duymuyoruz. Sorgularsak, ulaşacağımız gerçeklerin,bizim hayallerimizi katledeceğini sanıyoruz. Halbuki biz yalnızca sorgulayan, özünde iyiyi arayan, süresi belirsiz bir ömrün mücadeleden bıkmayan işçileriyiz.

Bir yandan an’ı yaşamaya özenip, diğer yandan son kullanma tarihine her geçen gün yaklaştırdığımız bedenimizi, daha doğrusu en yüksek mertebede lüks içinde yaşatmaya çalıştığımız bedenimizi kudurtma gayretindeyiz.

Dünyada milyarca insan var. Buna karşın dünyada sayısı minimum düzeyde olup, insanca yaşamaya çalışan insan var. Bu yüzden onlar kendilerini hemen belli ediyorlar. Karanlık bir gecede tüm gücüyle parıldıyor onlar. Bu parlama tüm insanların takdirini kazanıyor. Fakat özenilmiyorlar. Bir takside unutulan içi para dolu bir çantayı, karakola teslim eden taksiciyi alkışlıyoruz. Otobüste yaşlı bir insana yer vermek için aynı anda ayağa kalkmayan bir sürü gencin içinde, yalnızca bir gencin kalkıp: “buyur teyze” demesini takdire şayan buluyoruz. Ama bu saniyeler içinde oluyor. Sonra insanlar yine kendi bencillikleriyle başbaşa kalıyorlar. Bir plajda boğulmak üzere olan birini, o an o plajda olan onlarca insan görüyor ama yardım etmiyor. Sonra bir genç tüm gücüyle koşup suya atlıyor. Kurtarınca yıldızımız kahramanımız oluyor. Geçici parlayan yıldızımız.

İyilik yalnızca bir lütufa dönüşüyor toplumda. Sanki bir cep telefonunun bataryasında çok az kalmış bir elektrik akımı gibi, iyilik. İdareli ve itidalli kullanılıyor. Herkese değil yalnızca karşılık görmeyi umduğumuz menfi işbirligi içinde olduduğumuz için harcanıyor. İnsan çoğu zaman zararda. Zarar etmekten korkmuyor. Tek yapabildiği, işin içinden çıkamadığı anlarda “zararın neresinden dönsem kardır” uyanışı. Fakat gelin görün ki tüm insanlık aynı mantalide çırpınıyor. Kimsenin kimseye yardım edecek ne zamanı ne de hali kalmıyor..