Koca bir millet Çanakkaleye sığdı 1915 te…

0
1358

Çanakkale destanının yeni bir yıldönümüne daha ulaştık çok şükür. Onlarca destan ve yüzlerce kahramanlık öyküsüyle dolu bir başka millet daha yoktur dünyada malumunuz.. Var olduğunu iddia eden ya hiç tarih okumamıştır, ya da art niyetlidir diye düşünürüm ben.

Dünya’ya adalet yaymış bir imparatorluğun, içeriden ve dışarıdan, yüzyıllar boyunca yıpratılması, son 30 yılında ise bozuk para gibi harcanmasından sonra, istiklâlini ve istikbalini korumak uğruna herşeylerinden vazgeçen inançlı ve vatanser bir milletin, dünya’ya tüm gücüyle haykırmasıdır Çanakkale..

Yokluklar içinde, gardı düştü düşecek diye bakılan bir toplumun, belki de dünya da hiç bir millete nasip olmayacak bir destana, şahit kılmışızdır Tüm Avrupayı ve tüm dünya devletlerini..

Bu zafer, elbette ki her Türk vatandaşı gibi benimde göğsümü kabartıyor. Verilen mücadelelere bakınca gördüğüm gurur duyduğum en büyük gurur, Allah ve vatan sevgisini iliklerine kadar işlemiş atalarımın torunu olmak bugün.

Pes ettirilemeyen bir milletin bir ferdi olmak, Bu inancı nesilden nesile taşımak, Her son’dan yeni bir başlangıç çıkaran bir millet elbette ki dünyada ki tüm milletlerden daha üsttedir ve şanına kimse laf edemez.

Benim içimi serinleten gururumu katlayan bir başka neden de, kutladığımız her tarihi zafer yıldönümlerinin çoşkusunun, Avrupayı rahatsız etmesi, ve o aç gözlülüklerinin bedelini en ağır şekilde ödettirdiğimiz hezimetlerin, her defasında yüzlerine bir tokat gibi çarpmasını hissedişimdir.

Türk’ün olan Türk’ün kalır. Türk istemezse ondan kimse zorla bir şey alamaz. Türk’ün zamanında elinden çıkanlar bile aslında halâ Türk’ündür. Çünkü Türk girdiği her coğrafyayı sonsuza kadar vatan bilir, kendinin bilir. Zamanında batıda Avusturya’ya kadar olan, doğuda ise şuan elinde olmayan kutsal topraklarda ki her müslümanı korumaya, hakkını aramaya devam eder. Hatta Afrika bile halâ Türklerindir. Çünkü bugün Afrikaya en çok yardımı yapan ülkedir. Bir yere sahip olmak demek, orayı nüfusuna katmak değildir sadece. Gönül bağını yaşatmak, oraya destek olmakta bir nevi sahip olmaktır. Bunu bir babalık bir abilik mantığıyla anlamak mümkündür.

Biz ne kadar anlatırsak anlatalım Çanakkale’yi bir Akif’in anlatışının yarısı kadar anlatamayız, övemeyiz.

Akif, İstiklal marşından sonra Çanakkale destanında da kendini harika ortaya koyar, sevinciyle ve yaşadığı gururla..

İşte Akif şöyle anlatır Çanakkaleyi..

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- “bu: bir Avrupalı!”
Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. 
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, 
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,
Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. 
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat îman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te’sis-i İlâhî o metîn istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme” dedi.
Âsım’ın nesli…diyordum ya…nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 582
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 

Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

Bu şiirin üstüne bir şey demek imkansız. Allah bize bu kahramanlık destanını hediye eden tabi ki başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, tüm silah arkadaşlarına, 15 yaşından 80 yaşına kadar, elinde ne varsa vatanı için ortaya koyan o koca milletin şehitlerine ve gazilerine rahmet diliyorum Allahımdan..

Mekanları cennet olsun. Allah bizleri, bu vatanı savunma görev ve sorumluluğuna sahip olduğumuz şuurdan asla ayırmasın..

Amin..